13 Ocak 2012 Cuma


her rüzgar savuracak toz bulur,
her can yaşayacak bir hayat bulur,
her düş gerçekleşecek bir umut bulur!
ama unutma sevgilim
bulunamayan tek şey
SENSİN
seni çok özledim kadınım!

mavilere uzaklardan bakanlardan değiliz. mavinin içindeyiz, mavi bizim içimizde. aşk bir sarmaşık gibi sarmış heryanımızı. yürekliyiz, cesuruz, aşk için ölünecekse onu da yaparız kuşkusuz. ama aşkımızın kanıta ihtiyacı yok. bizi yolumuzdan çevirecek herhangi bir güç de yok. yürüyoruz ve yorulmuyoruz.
aşkımızı herşeyden üstün kılmayı biliyoruz. ne hayallerimizi bırakıyoruz ne gerçekten uzaklaşıyoruz. bazen yere sapasağlam basıyoruz, bazen bulutların üzerine çıkıyoruz. kimseye aldırmıyoruz, tek söz söyletmiyoruz. madem bu sevda bizim, madem aşk herşeyimiz öyleyse korumak en önemli görevimiz. koruyoruz ve bıkmıyoruz.
korkakların ve ikiyüzlülerin dünyasında bir sevdayı ayakta tutmak kolay değil elbette. yüreklerimiz kocaman. en zor anlarımızda yüreklerimize sığınıyoruz..birbirimizin içine akıyoruz. el eleyiz her zaman. yan yanayız, can canayız...sıcağız ve soğumuyoruz...
birbirimizi olduğumuz gibi kabul ettik. farklılıkların insanı zenginleştirdiğini biliyoruz. birbirimizi bulduğumuz için Tanrıya şükrediyoruz. birbirimiz için yaşamalıyız. sevdikçe hayata daha çok bağlanıyoruz. sarılıyoruz ve bırakmıyoruz.
zaman bu aşkı büyütecek. asırlık bir çınar gibi sağlam kökler salacak toprağa. biz yaşadıkça aşkımız da yaşayacak. ey benim mavi sevdam, umudum, aşk yoldaşım... sana söz bu yürek her atışında senin adını anacak...

12 Ocak 2012 Perşembe


gülmeye zor diyorlardı, içten gelmedikçe gülünemezmiş. ağlamak daha da zormuş gülüm.. sensizliği iliklerimde hissedip de, gecelerin yorgunluğunda uzanıp; buğulu gözlerle düşünmek ve yağmur damlalarını yanağımdan akıtmak... bağırmak isteyip de bağıramamak, duvarları yumruklayıp ta yıkamamak, sahte gülücüklerle eğlenmeye çalışmak... kalınca böyle yapayalnız, kahrolmak, kahrolmak... zormuş masal perim! inan ki çok zormuş. ve inan hasretin ölümden de betermiş... her baktığı varlıkta seni gören biri için seni sensiz yaşamak, seni senden gizli uyumak, seni yanağından süzmek ve seni özlemek zormuş bursalım...

şafak vakti yağan çiy tanesi kadar masum, denizden gelen rüzgar kadar çılgın ve okyanusların derinliklerindeki inci tanesi kadar ÖZELSİN....

günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar. ilk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder birliktelikleri, tabi zaman lazımdır birbirlerini tanımak için. gel zaman git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlar ki suya aşık olmuştur.
ilk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar "sırf senin hatırın için ey su" diye... öyle zaman gelir ki, artık su da çiçeğe karşı bişeyler hissetmeye başlamıştır. zanneder ki; çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.
günler ve aylar bibibrlerini kovalarlar ve çiçek acaba su beni seviyor mu diye düşünmeye başlar.. çünkü su pek ilgilenmez çiçekle.. halbuki çiçek, alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.
çiçek suya "seni seviyorum" der. su "ben de seviyorum" der. aradan zaman geçer ve çiçek yine "seni seviyorum" der. su yine "ben de" der. çiçek sabırlıdır, bekler, bekler, bekler...
artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez suya "seni seviyorum" der. su da ona "söyledim ya ben de seni seviyorum" der ve gün gelir çiçek yataklara düşer. hastalanmıştır çiçek artık. rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin. yataklardadır artık çiçek. su da başında bekler çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine...
bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek, suya der ki; "seni ben gerçekten seviyorum". çok hüzünlenir su... bu durum karşısında son çare olarak bir doktor çağırır nedir sorun diye? doktor gelir ve muayene eder çiçeği. sonra şöyle der doktor: "hastanın durumu ümitsiz, artık elimizden bişey gelmez". su merak eder sevgilisinin ölümüne neden olan hastalık nedir diye? doktor şöyle bir bakar suya ve der ki; "çiçeğin bir hastalığı yok dostum, bu çiçek sadece susuz kalmış ve ölümü onun için" der.
ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece "seni seviyorum" demek yetmemektedir...

11 Ocak 2012 Çarşamba


gönlüme kurulmuş cehennem olsan;
yanarım yıllarca,
bırakmam seni...
yıksan şu dünyamı,
yerle bir etsen;
en güzel cennete değişmem seni...

bu gece seni düşüneceğim, ne kadar uzakta olursa ol, sevgimi avuçlarıma alıp, yıldızlara üfleyeceğim...gecenin rengine "kucağındır" diyerek düşlere dalacağım...

uzun bir yol var aramızda,
bir ucunda sen,
bir ucunda ben....
bir ateş yanar bağrımızda,
ateşi sen, dumanı ben....
aşkımı dile getiren mektup,
kağıdı sen, kalemi ben....
ayrıyız şimdi seninle,
buralarda ben,
bursalarda sen....

bu yalnızlık asrın yalnızlığı,
dört duvarların değil,
bu yalnızlık üşümüş ellerin tek başınalığı,
çaresizlik değil...
bu yalnızlıkta yürekte bir umut,
vazgeçmişlik değil.
bu yalnızlık bir çiçek soluşu
koklasan solar, durdurmak mümkün değil...
bu yalnızlık yorgun bir adamın,
çocuk gözlerindeki fırtına...
bu yalnızlık sensin...
sensiz olmanın yalnızlığı..
bildiğin gibi değil...

mutluluğun gökyüzünden dökülen bahar yağmurları kadar bol olsun... o kadar mutlu ol ki; gözlerindeki mutluluk ışığı mutluluğu arayanlara umut ışığı olsun......
**********************************************************************************
sen çatlayan dudaklarıma bir damla su, sen içimdeki yaşam tutkusu, avuçlarıma düşen kar tanesisin.....
**********************************************************************************

ya gözlerin aklımda
ya da aklım adında......
ya hayalin karşımda
ya da sesin kulağımda.
ya ben çıldırıyorum
ya da çok özlüyorum.....
ya özlenen çok güzel
ya da özlenen çok özel...

bazen herşeyin özelliğini kaybettiğini
düşündüğüm anlarda,
gözlerin geliyor gözlerimin önüne
ve diyorum ki;
halâ yaşamak için bisürü çok sebebim var...

6 Ocak 2012 Cuma


sabah, beni çağırıyor yine
git uyandır sevdiğini,
uyandığı zaman yalnız seni görsün
sönmesin ayışığı gözleri,
incinmesin sakın seven yüreği, diyor
sabah beni çağırıyor yine
birgün daha başlasın,
bir ömür masal perisinin yanında
bitsin diyor....

sevginin uzandığı her köşede ellerini tutmak isterim. ve gözünün gördüğü her yerde o sımsıcak gülüşünü yakalamak isterim. sonsuzlukları sunmak isterim sana. gücümün yettiği kadar ömrümü feda etmek isterim. seni çok seviyorum masal perisi...

Hayat; açık denizde çatlak bir sandalın içindeki adamın haline benziyor. denizin suyu durmadan sandalın içine sızarak dolduruyor, sandaldaki adam, su toplandıkça batmamak için bir maşrapa ile suyu buşaltmaya çalışıyor. o kadar anlamsız bir çabalama ki ne denizin suyu bitiyor, ne de sandal batıyor. ama asıl tuhaflık adamda...sadece rolünü oynuyor...

4 Ocak 2012 Çarşamba


insan kendisini delice seven birine, tüm yaşamını ona bağlamış, mutluluğu ancak onun yanında hissetmiş birine ondan ayrılacağını nasıl söyler?
sen, göz dalgınlıklarından bile anlamlar çıkaran, bir gülümseyişinle dünyası değişen, sevişirken mutluluktan titreyen birine onu artık istemediğini nasıl söylersin acaba?
artık olmayacağını, onun hayatından silinip gideceğini, bütün alışkanlıkların, bütün ayrıntıların, birlikte yaşanmış anların, birlikte kurulmuş anıların, birlikte çekilmiş fotoğrafların, birlikte alınmış eşyaların, her yana işlemiş kokunun artık olmayacağını asla olmayacağını nasıl söylersin?
onu karşına alıp dürüstçe mi? birgün birdenbire mi? ben dürüst biri değilim. doktorun çok yakında öleceğimi söylemesini isteyenlerden biri değilim. doktorun canı cehenneme, kötü şeyleri öğrenmek istemiyorum...
beni bir sabah gün doğarken gelip uyandırdığında, sana bunları sormak isterdim... ne yapabilirdim ki? sen biliyor muydun? iki insanın duyguları artık birbirini karşılamadığı zaman ne yapmalı?biri artık başkalarıyla gezip eğlenirken, belki bir başkasını severken, öteki halâ ağlayarak uyanıyorsa, telefonun başında belki diye bekliyorsa, herşeye boyun eğmeyi, birkez olsun yeniden denemek için hayatını bile vermeyi göze alıyorsa ne yapmalı söyle bana? bunu anlatan bir kitabın da var mı? ben bunu asla bilemedim. (manolya) gittiğinde, ondan haber alabilmek için çocukça oyunlarla en sevmediğim arkadaşlarını bile aradığım, belki rastlarım diye sokaklarda gezindiğim, telefonun başında artık saatler çok geç olduğunda çaresizce ağladığım bütün o uykusuz gecelerde de, şimdi de bilmiyorum...
yine de seni dinledim... şimdi de (açelya)nın aşkı giderek büyürken, tam bir çılgınlığa dönüşürken ben uzaklaşmaya başlamıştım. kendi kendime, böylesine sevmenin ne olduğunu çok iyi biliyorsun! onu bir dhaha aramayacağına söz verdikten birkaç saat sonra nasıl büyük bir acıyla telefonlara sarıldığını unutma diyordum...
o sabah sen geldiğinde, bir kez daha ayrılmayı denemiştim, n e olursa olsun. (manolya)nın bana yaptığı gibi telefonları açmayacaktım, ortadan kaybolacaktım, bir süre sonra alışacaktı, zaman geçecek, herşey değişecekti, belki de gülecekti bütün bunlara...
oysa o, içindeki boşluğa katlanmaktansa, çekip gitmeye karar vermişti. o gün seni dinlerken haklı olduğunu düşündüm. ona daha fazla acı çektirmeye hakkım yoktu, yanına gidecektim, yeniden başlayacaktık...
tüm bunları yaptım sevgili Hüzün. ama hiçbirşey yolunda gitmedi. yaşamım birbirine yapışmayan, birbirine geçmeyen parçalardan oluşuyor ve sanırım benim de istediğim bu...
her parçada yeni görüntüler bulmak, yeni hayallere dalmak, dünyayı yeniden keşfetmek... yoksa, birleştirildiğinde ortaya kocaman, belirgin bir resim çıkan oyunları sevmiyorum ben. bütün uğraşların sonunda resim tümüyle parçalansın, dağılsın ve sonsuza dek yeniden kurmaya çalışalım onu. böylesine bir parçalanmayla yaşayabiliyorum ancak...
belki de böylesine tembel olmasam, iyi bir gezgin olurdum. aylarca yol alıp bir adaya vardıktan sonra yeniden bir başkasına doğru gitmek, onun nasıl maceralarla, nasıl güzelliklerle, nasıl tehlikelerle dolu olduğunu düşünmek, sonra onu bulunca bir başkasına, böyle sürüklenip gitmek...
yoksa yerleşmeli miydim? " bu bana göre", "bu değil" diye herşeye durduğum yerden bakıp işime yarayanları alıp ötekileri atmalı mıydım?
yeryüzünde gerçekten yerleşebileceğin, sonsuza dek üstünde durabileceğin bir toprak parçası olduğuna inanıyor musun? bu insanlara, bu görüntülere, böyle belirlenmiş sözdizimleriyle, belirlenmiş bakışlarla, isimler takmakla, onların yanında ya da karşısında olmakla, birilerini sevip ötekileri yadsımakla geçen bir hayat, benimkinden daha mı iyi? belki, bilmiyorum... tek bildiğim, beni mutlu eden, beni çeken, biraz daha hareket etmemi sağlayan tek şeyin durmamak olduğu...
durduğum zaman birdenbire bir karabasana saplanıyorum. herşey bitti sanıyorum. yaşam bitti, daha fazlasını alamadım, zaman doldu, buraya kadar diyorum kendi kendime, inanılmaz, tanımlanamaz bir korku doluyor içime.
evet birlikte olduğum bütün kadınları sevdim, bir yerde birkaç sözle, bir bakışla, üstünde durulmayacak bir el hareketiyle başlayan, sonra onun sözcükleriyle benimkiler arasında bir bağ kurulan, bakışlarla, açıkça söylenen ve gizlenenlerle, bedenlerin kendine özgü tutumuyla süren, kimi zaman bir gecede, kimi zaman yıllar sonra bitecek, neler olacağını asla tam olarak bilemediğim ve her keresinde yeni bir heyecanla sürüklendiğim, başımı döndüren bu iki kişilik özel anları seviyorum, sanki her keresinde başka bir gizi görüyorum, her keresinde o şifreyi bulup bulamayacağımı, tılsımlı sözcüklerin kapıyı açıp açmayacağını düşünüyorum. zırhlar bir bir çıkıyor, bazen çabucak, bazen çok güç... bazen çok sıradan görünen biri beklenmedik gizlerle çıkıyor ortaya, bazen çok gizemli sanılan biri, tüllerin ardında şaşırtacak denli sıradan birine dönüşüyor..
gizlenmiş ruhların patikalarında dolaşıyorum yıllardır. kapalı perdelerin arkasında, gecenin karanlığında, kulağa fısıldanan sözlerin ürpertisinde, oynanan oyunların heyecanında, bir esrime anında, sözcüklerle, dokunuşlarla, gülüşlerle, gözyaşlarıyla oyunun bozulduğu, yeni oyunların kurulduğu anlar doğuyor, her keresinde kendimi yeniden tanıyorum...