4 Ocak 2012 Çarşamba


insan kendisini delice seven birine, tüm yaşamını ona bağlamış, mutluluğu ancak onun yanında hissetmiş birine ondan ayrılacağını nasıl söyler?
sen, göz dalgınlıklarından bile anlamlar çıkaran, bir gülümseyişinle dünyası değişen, sevişirken mutluluktan titreyen birine onu artık istemediğini nasıl söylersin acaba?
artık olmayacağını, onun hayatından silinip gideceğini, bütün alışkanlıkların, bütün ayrıntıların, birlikte yaşanmış anların, birlikte kurulmuş anıların, birlikte çekilmiş fotoğrafların, birlikte alınmış eşyaların, her yana işlemiş kokunun artık olmayacağını asla olmayacağını nasıl söylersin?
onu karşına alıp dürüstçe mi? birgün birdenbire mi? ben dürüst biri değilim. doktorun çok yakında öleceğimi söylemesini isteyenlerden biri değilim. doktorun canı cehenneme, kötü şeyleri öğrenmek istemiyorum...
beni bir sabah gün doğarken gelip uyandırdığında, sana bunları sormak isterdim... ne yapabilirdim ki? sen biliyor muydun? iki insanın duyguları artık birbirini karşılamadığı zaman ne yapmalı?biri artık başkalarıyla gezip eğlenirken, belki bir başkasını severken, öteki halâ ağlayarak uyanıyorsa, telefonun başında belki diye bekliyorsa, herşeye boyun eğmeyi, birkez olsun yeniden denemek için hayatını bile vermeyi göze alıyorsa ne yapmalı söyle bana? bunu anlatan bir kitabın da var mı? ben bunu asla bilemedim. (manolya) gittiğinde, ondan haber alabilmek için çocukça oyunlarla en sevmediğim arkadaşlarını bile aradığım, belki rastlarım diye sokaklarda gezindiğim, telefonun başında artık saatler çok geç olduğunda çaresizce ağladığım bütün o uykusuz gecelerde de, şimdi de bilmiyorum...
yine de seni dinledim... şimdi de (açelya)nın aşkı giderek büyürken, tam bir çılgınlığa dönüşürken ben uzaklaşmaya başlamıştım. kendi kendime, böylesine sevmenin ne olduğunu çok iyi biliyorsun! onu bir dhaha aramayacağına söz verdikten birkaç saat sonra nasıl büyük bir acıyla telefonlara sarıldığını unutma diyordum...
o sabah sen geldiğinde, bir kez daha ayrılmayı denemiştim, n e olursa olsun. (manolya)nın bana yaptığı gibi telefonları açmayacaktım, ortadan kaybolacaktım, bir süre sonra alışacaktı, zaman geçecek, herşey değişecekti, belki de gülecekti bütün bunlara...
oysa o, içindeki boşluğa katlanmaktansa, çekip gitmeye karar vermişti. o gün seni dinlerken haklı olduğunu düşündüm. ona daha fazla acı çektirmeye hakkım yoktu, yanına gidecektim, yeniden başlayacaktık...
tüm bunları yaptım sevgili Hüzün. ama hiçbirşey yolunda gitmedi. yaşamım birbirine yapışmayan, birbirine geçmeyen parçalardan oluşuyor ve sanırım benim de istediğim bu...
her parçada yeni görüntüler bulmak, yeni hayallere dalmak, dünyayı yeniden keşfetmek... yoksa, birleştirildiğinde ortaya kocaman, belirgin bir resim çıkan oyunları sevmiyorum ben. bütün uğraşların sonunda resim tümüyle parçalansın, dağılsın ve sonsuza dek yeniden kurmaya çalışalım onu. böylesine bir parçalanmayla yaşayabiliyorum ancak...
belki de böylesine tembel olmasam, iyi bir gezgin olurdum. aylarca yol alıp bir adaya vardıktan sonra yeniden bir başkasına doğru gitmek, onun nasıl maceralarla, nasıl güzelliklerle, nasıl tehlikelerle dolu olduğunu düşünmek, sonra onu bulunca bir başkasına, böyle sürüklenip gitmek...
yoksa yerleşmeli miydim? " bu bana göre", "bu değil" diye herşeye durduğum yerden bakıp işime yarayanları alıp ötekileri atmalı mıydım?
yeryüzünde gerçekten yerleşebileceğin, sonsuza dek üstünde durabileceğin bir toprak parçası olduğuna inanıyor musun? bu insanlara, bu görüntülere, böyle belirlenmiş sözdizimleriyle, belirlenmiş bakışlarla, isimler takmakla, onların yanında ya da karşısında olmakla, birilerini sevip ötekileri yadsımakla geçen bir hayat, benimkinden daha mı iyi? belki, bilmiyorum... tek bildiğim, beni mutlu eden, beni çeken, biraz daha hareket etmemi sağlayan tek şeyin durmamak olduğu...
durduğum zaman birdenbire bir karabasana saplanıyorum. herşey bitti sanıyorum. yaşam bitti, daha fazlasını alamadım, zaman doldu, buraya kadar diyorum kendi kendime, inanılmaz, tanımlanamaz bir korku doluyor içime.
evet birlikte olduğum bütün kadınları sevdim, bir yerde birkaç sözle, bir bakışla, üstünde durulmayacak bir el hareketiyle başlayan, sonra onun sözcükleriyle benimkiler arasında bir bağ kurulan, bakışlarla, açıkça söylenen ve gizlenenlerle, bedenlerin kendine özgü tutumuyla süren, kimi zaman bir gecede, kimi zaman yıllar sonra bitecek, neler olacağını asla tam olarak bilemediğim ve her keresinde yeni bir heyecanla sürüklendiğim, başımı döndüren bu iki kişilik özel anları seviyorum, sanki her keresinde başka bir gizi görüyorum, her keresinde o şifreyi bulup bulamayacağımı, tılsımlı sözcüklerin kapıyı açıp açmayacağını düşünüyorum. zırhlar bir bir çıkıyor, bazen çabucak, bazen çok güç... bazen çok sıradan görünen biri beklenmedik gizlerle çıkıyor ortaya, bazen çok gizemli sanılan biri, tüllerin ardında şaşırtacak denli sıradan birine dönüşüyor..
gizlenmiş ruhların patikalarında dolaşıyorum yıllardır. kapalı perdelerin arkasında, gecenin karanlığında, kulağa fısıldanan sözlerin ürpertisinde, oynanan oyunların heyecanında, bir esrime anında, sözcüklerle, dokunuşlarla, gülüşlerle, gözyaşlarıyla oyunun bozulduğu, yeni oyunların kurulduğu anlar doğuyor, her keresinde kendimi yeniden tanıyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder