27 Aralık 2011 Salı


bir sonbahar başlıyor, sararmış yapraklar içimize dökülürken... düşler sokağı bıraktığın gibi... yeniden anlamlandırılan sözcükler dökülüyor kağıda, bu sekizinci mektup bu gece sana yazılan...
anılarımı savurdum denize, şairin dediği gibi "belleksizim artık", soğuk bir rüzgar üşütüyor kenti. seni arıyorum. saçlarını döktüğün masada, bileğime dayadığım bıçak, ayın yüzünü kanatıyor. yüzüne sığmıyor gözlerin...yolcusun... gökyüzü daracık, sokak ıssız, yırtık afişlerin üstünde yangın merdivenleri başlıyor... yerini bulamamış bir nehir köpürüyor akşamın sessizliğine, seni arıyorum...ihanet dediğimiz dostluğun öbür adı, kaçabileceğim o son vahayı da keşfediyorlar. korkuyorum, öyle bir yalnızlığı işliyor iğneler mavi renklere... yeşil oluyor gözlerin, suyun sesinde büyüyen bir titremeyle...düşler sokağının beyaz kedisi, şarkıların sesiyle atlıyor duvarları...
gittikçe solan bir çiçek bekliyor vazoda, dostluklar ve aşklar ihanetle bitiyor...mendilin kanaması acıdan, ardından gökgürültüsüyle çoğalıyor yağmurlar... şimdi yağmur zamanı... ellerine sığın... çünkü onlar yarını yaratacak güzellikler toplamıdır; senin gerçek aradıklarını sıcaklıklarında büyütürler. yumuk, yumuşak ve incedirler ama güçlü, üretken ve devingen oldukları için bir sevgilinin yakalanamayan soluğuna sığınmak yerine kendi varlıklarıyla koşarlar, taze bir çiğdem dalındaki çiğ tanesine... açılan her taç yaprakta gizlenen ılık kokusu yeni bir yarının müjdecisidir. yarın ellerindedir ve ürkek bir saka kuşu yalnızlığıyla sığınacak bir çatı aramaktadır. koru onu kendi yağmurlarından; o yağmurlar ki ne senin ne de onun düş dünyasında büyüttüğü yabanyemişidir...
tam tersine her yağmur kendi içinde barındırdığı hüzün kadar da romantik uyanışların öyküsüdür ve olmak zorundadır.
artık aç ceplerini... o minicik ellerini değil, ceplerini dolduracak akide şekerleriyle geldim sana... ki onları kendi tekilliğimin gizemli geçmişinden; sokaklardan ve en büyümüş çocukluğumdan çalarak getirdim. kimbilir, aykırı mevsimlerine bir tadımlık yağmur kokusu olur da, korkunun getirdiği uykusuz sabahlarda çözersin kendi çelişkilerini.. şimdi yağmur zamanı, sen yoksun...
dök saçlarını omuzlarıma çünkü yağmur, çünkü hüzün, çünkü acı ve çünkü öfke... şimdi yağmur zamanı, sür sevinçlerini sevgi dağlarıma...
yağmur dolduruyorum ceplerime, sonbaharda düşler sokağında... yarınlar sahipsiz, kan hışımla doluyor yüreğe... yağmur yetmiyor, deniz dolduruyorum gömleğime...
yüreğim çoğul bir hüznü tamamlıyor simsiyah kalem izlerinin yasıyla. yüreğim, kanayan bir nehrin çıkış noktası...sonsuz akışın önünde intihar eden meleğin yüzü. o kırkınlığın kıyısında ağlayanın kim olduğunu bilmiyoruz elbette...birgün düşler sokağında otururken sana yazdığım şiirler kuş olup uçuşacak çevrede. güller olacak masalarda ve o kusursuz aşkın sözleriyle konuşacağız...
siyahla beyazın, o iki zıt rengin birleştiği zamanda çözeceksin saçlarını, gözlerinde uzaklarda kömür karası. seni araken yüreğim, sözcüklerin yasına susacaksın, ege uzak bir iklimin buğusunu saracak omuzlarına. bir bilinmezliğin ardında adınla başlayan şiir susacak, boydan boya hüzünken ege, seni susacak geceler, sihirli bir sözcüğün uçan halısına binip gideceğim.
gece başlıyor, sonsuzluk takılıyor oltamıza. düşler sokağından geçen bir dolmuşa bindiriyoruz herşeyi. kılpayı ölümler taşıyoruz yanıbaşımızda, yarın dediğimiz şey yalan biliyorsun, kin ise içimizi temizleyen ırmak. yüreklerimizde büyüyen o yalnızlığın pası sıvanıyor kente, içim sıkılıyor.
son dizesinde kaldığım şarkının yinelendiği yerde başlıyor şiirin kanaması. çiğ ışıklar çoğalıyor akşamlara ve işte orada büyüyor o solgun fesleğen...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder