22 Aralık 2011 Perşembe


sabah kahvemi içerkenbir şarkı bana çok eski günleri hatırlatıyor... heryerde
birşeyler eski günleri hatırlatıyor zaten... farklı kentlerde yaşayan, farklı zamanlarda uyanan eski dostlarımı düşünüyorum ama sana yazıyorum...
ilk konuşmamızda bile yıllardır tanıdığım insanlara anlatmadığım şeyleri neden sana anlattığımı hâlâ bilemiyorum...neden seni böylesine yakın bulduğumu da, elle tutulur hiçbir neden yokken...
burada, senin bir kış sabahı, herşeyi bizim yerimize başkalarının yaptığı evlerin resimleri gözümün önünden geçerken, genç bir kızla oğlan elele yürürken, dünyanın neresinde olursa olsun sabah kahvelerine bayıldığımı düşünürken ansızın sana "hadi gel, bizi kimsenin tanımadığı bir yere gidelim" demeyeceğimi anlıyorum...
çünkü sanırım hayatında benim varolabileceğim bir zaman ve mekan yok...
tıpkı senin gibi benim de hayatım sonsuz ayrıntıyla, çalan telefonlarla, ertelenen sorumluluklarla, kaçtığım insanlar ve zorunluluklarla dolu... bir de onlarla dolu günleri taşıyabilmek için edindiğim alışkanlıklarla...
senin yüzün bir anda hepsini unutturabilirdi...
beni tanımadığını biliyorum, beni tanımanın birisi için büyük şans olmadığını da...belki de ilk kez, insanı nereye sürükleyeceği bilinmez bu tuhaf ve karmaşık macerayı durdurmak gerektiğini düşünüyorum, asla gerekliliklerle ilgilenmediğim halde.. galiba yaşlanıyorum...
burada çok kısa bir zamanda, birbirimizin öngörüntülerini, düşünülmüş, tasarlanmış sözdizimlerini, ancak tanıyabildiğimiz, zırhlardan henüz kurtulamadığımız, senin bedeninin taşıdığı izleri görmeden, bazı sözcükleri hala açıklamak gerekirken, herbirimizi kuşatan sayısız ayrıntının dünyasından birkaç saat uzaklaşmışken ama yine de onları taşırken, ses geçirmez camların arkasında birini tanımanın, birinin içine girmenin, birinin içinden geçmenin sarsıntılı yolculuğuna hiç çıkmadan yaşanan bu başlangıcı durdurmak, gözlerinden beklenmedik bir anda hüzün geçen bu yabancıyı unutmak....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder